Goyanın Hayaletleri Film Analiz
Filmin adından anlaşılacağı üzere Biyografik bir filmdir aşikare. Guguk Kuşu, Amadeus filmleriyle En iyi Yönetmen ödülünü alan Milos Forman, bu filmi sadece Goya’nın hayatını anlatmak için çekmemiştir. Daha geniş bir objektiften insanların genelini kapsayan bir acılar silsilesini göstermeye çalışmıştır. 2006 Yılında çekilmiş olan bu filmde oyuncu kadrosu çok dikkat çekici. Stellan Skarsgård Francisco Goya rolüne çok uymuş. Stellan’ın yüzü gerçekten de Goya’ya benziyor. Göstermek için karşılaştırma fotoğrafı bırakacağım. Filmin diğer aktörü Natalie Portman “İnes” adıyla zengin bir tüccarın kızı rolünde oynamaktadır. Güzelliği ve çekiciliğiyle Goya’nın ilham perisi olmuştur. Ve benim filmde performansını en çok beğendiğim Javier Bardem… Lorenzo adıyla filmde Papa’nın hizmetinde Engizisyon Mahkemesinin sorumlusu olan bir rahibi canlandırmıştır.
Goya’nın yaptığı gravürler genellikle mahkemenin kafirlere yaptığı işkenceleri ve savaşın felaketlerini anlatmıştır. Bu gravürler kilise camiasının bir hayli rahatsız etmiştir. İnsanların onlara birer vahşi gözüyle bakması hem otoriter gücün zayıflamasına hem de utanç verici bir durum olacaktı. Bir hayli alınan siyasi, dini erki nedenler İspanyol halkını gelişmemiş ülkeler arasına koymaktadır. Goya, bu karanlıklar içinde sanatını Engizisyon mahkemelerinde çıkan insan dışı işkenceleri, vicdansızlıkları tema eder. Rahiplerin hoşuna gitmez bu durum. 18. Yüzyılın Avrupa Ülkelerinden olan İspanya'nın dini otoritelerle İspanyol halkının psikolojik sorunlarla müdahale etmesine hatta çaresizlikten intihara sürüklemiştir.
Filmin gidişatını belirleyen, Goya'nın ilham perisi olan Ines, Engizisyon mahkemelerinde otoritesi yüksek olan bir rahip tarafından dini ve toplumsal değerlere uymamak gerekçesiyle tutuklanır. Kızının barbarca olan eski usüllerle sorgulanacağını anlayan Tüccar Goya’dan yardım ister. İlham perisini kaybeden Goya kilisede görev yapan rahip Lorenzoyla iletişime geçer ve kiliseye büyük bir bağış karşılığında İnes’in serbest bırakılmasını ister. Lorenzo Engizisyon mahkemesinin iç meselelerine başta karışmak istemese de büyük bir zorbalığa maruz kalarak baş rahiple konuşmak zorunda kalır.
Lorenzo, İnes’in güzelliğine karşılık nefsine yenik düşüp onunla birlikte olur. İnes, 20 yıl içerisinde acılar ve işkencelere maruz kalır. Bebeğini hiç kucağına alamayan İnes’in artık akli dengesi tamamen bozulmuştur. Napolyon'un baskısıyla, Engizisyon mahkemelerinden dolayı içeriye alınan tüm mahkumlar serbest kalır. Bu sayede İnes özgürlüğüne kavuşur. Fakat 20 yıl sonra güneşi ilk defa gören İnes, ailesini de ilk defa kanlar içinde, son nefeslerini vermiş bir halde bulur.
Başlangıçlar her daim iyi midir? bilinmez lakin Lorenzo için dönüm noktası olmuştur. Engizisyonun insafsızlığı, acımasızlığı bir kırbaç gibi devam ederken Lorenzo'nun Engizisyon mahkemesine zorla yazdığı mektup ulaşır her yerde aranır hale gelir ve kilise tarafından lanetlenir. Ülkesini terk eden Lorenzo, can dostu Goya ve bir su birikintisinin yanından geçercesine İnes'ın yanından geçen bu şahsiyet yeni kimlik arayışındadır.
Lorenzo pek çok şeyin farkına varmıştır. Engizisyon Mahkemesinin eski usüllere göre sorgu sistemine geri dönülmesini istemiştir. Fakat bu sorguların ne kadar acı verdiğini İnes’in babasının evinde farkına varmıştır. Ülkenin dört bir yanında aranan Lorenzo, Fransa’ya varmış, oradaki halk için cephede durmuş ve aydın düşünceleri benimseyerek dine olan bakış açısını değiştirmiştir. Lapoleon’un arkasına sığınarak İspanyaya bir Fransız vatandaşı olarak yeni Fransız Devriminin fikirlerini sunmaya gelir. Yıllarca dini kullanarak insanlara işkence edildiğini ve fikir özgürlüklerinin kısıtlandırıldıklarını söyleyerek insanları yeni sisteme alıştırmaya çalışır. Artık tamamen ülkenin yönetimi Fransaya geçtiğinde Papa’nın hükmü sona erer. Bu sırada Goya nedenini bilmediği bir şey yüzünden sağır kalır.
Namı her yerde duyulan Goya, yeni hükümetin de baş ressamı olur. Fakat bu hükümet uzun bir süre ayakta kalamaz. İspanyolların işgaline maruz kalır. Lorenzo, ailesiyle birlikte tam kaçacağı esnada ailesini korumak amacıyla öne atılır. Askerleri oyalamaya çalışırken vurulur ve yeniden papanın hükümete geçmesiyle Lorenzoyu tekrardan tövbe etmeye davet eder. Şayet tövbe etmezse öldürülecektir. Akli dengesi olmayan İnes’in adını haykırması artık ona ızdıraptan başka bir şey vermiyordu. Arkasındaki bu kara ve silinmeyecek olan lekeyle birlikte yaşamaktansa ölmeyi yeğledi. Hiçbir şey kazanamadan gitti dersek yalan olur çünkü ruhsuz bedenine yapışıp kalmış bir İnes vardır.
Son söz umutsuz ama bir o kadar da yankılı olan perisinin peşinden giden Goyanın oldu.
Filmin kostümleri tamamen 18.yüzyılı yansıttığını düşünüyorum. O dönemdeki kargaşayı, tozu, dumanı Milos Forman kusursuz bir şekilde göstermiştir. Çalgı çengi çalınırken, etrafta insanlar eğlencesine dalmışken, herşey rayından çıkarak felaketler baş gösteriyor. Javier Bardem’in sakin ve ne yaptığını bilen duruşu aktöre olan ilgimi daha çok arttırdı. Goya’nın bu felaketlere rağmen aklını hep seviyeli tutmayı başardığına bu filmde de şahit oluyoruz. Natalie Portman’ı da övmeden edemeyeceğim. Leon filminden de anladığımız üzere Natalie, dramatikliği çok iyi bir şekilde yansıtıyor, sanki gerçekten de bu olanları yaşamış gibi rolünü üstleniyor. Psikolojik sorunları, perişanlığı, çaresizliği… Natalie’ye çok yakıştırıyorum. Fakat hayatta yüzü hep gülsün böyle değerli sanatçıların. Filmin çekim açıları genellikle geniş planda tutulmuş çünkü şehirde yaşanılan kargaşayı büyük kalabalıklar halinde göstermek istediklerinden dolayı ve sarayın ihtişamını vurgulamak amacıyla tercih edilmiştir. Hem Oyuncu kadrosuyla hem gösterdiği mesajlarla hem de sanatı içinde barındırmasıyla bu biyografik film, izleyenleri pişman ettirmeyeceğini düşünüyorum. İzleyecek olanlara iyi seyirler diliyorum… Hoşçakalın.
(0) Yorum