Francisco Goya
Francisco Goya 30 Mart 1746 da İspanya’nın Fuendetodos köyünde doğmuştur. Resme ilgi duyduğu zamanlarda çalışmalarına yine doğduğu yerde başlamıştır. Resimlerini bir kurala koymadan, hayal gücüne dayanarak, içinden geldiği gibi oluşturmuştur. Yaptığı çalışmalarda İspanyol ressam Diego Velazquez’in esintileri de görülmektedir. Roma ve Napoli’de gezdiği sıralarda ressamların tekniklerini izlemiş ve kendi yorumunu da katarak ilgilenmiştir. Yapmaya devam ettiği eserleriyle İspanya’nın her köşesine adını duyurmayı başarmıştır. Kazandığı bu ünle birlikte maddi durumu da düzelmiştir. 1773’de sanatçı Francisco Bayeu’nun kız kardeşi Josefa Bayeu ile evlendi. Francisco de Goya ona "Pepa" lakabını verdi. Josefa’dan 7 çocuğu oldu fakat ne yazık ki biri bebekken ötekiler ise yetişkinliğe yeni erişmişken vefat etmişlerdir. Goya’nın Saygınlığı her geçen gün arttığı zamanlarda 1780 yılında Akademisyen olarak seçilmiş, sanata gönül vermiş kişilerin yolunu aydınlatmayı görev bilmiştir. Goya, başına buyruk birisi olsa da insanlar onu sevmiştir. Resim tekniğine gelecek olursak Goya’nın “Gerçekçilik” ve “Romantizm” akımını benimsediğini görebiliriz. Renkleri çok ustaca kullandığını Maya’yı giyinik ve çıplak halde resmettiği çalışmasından anlıyoruz.
The Clothed Maja (1802 - 1805)
Goya, resim ve gravür alanında adını duyurmaya başladığı sıralarda 1788 yılında İspanya Kralı IV.Carlos’un ressamları arasına girmiş ve sarayda asilzadelerin portrelerini kusursuz bir şekilde yapmıştır. Yeteneğiyle kazandığı saygınlığı onu sarayın baş ressamı yaptı. Herşey güllük gülistanlık gider iken sebebi belirsiz bir sağırlık ressamın hayatına karabasan gibi çöktü. Bu sağırlık konusu hakkında bazı rivayetler söyleniyor. Kimisi Goya’nın ezip boyadığı kurşunlardan gelen bir kurşun zehirlenmesi diyor. Kimisi ise Ménière hastalığı ve onun getirdiği beyin iltihabından felç geçirdiği yönünde düşünüyor. Goya, her şeye rağmen güçlü duruşunu bozmayarak, geçirdiği bu felaket yüzünden gözlerini de kaybetmediği için Tanrıya şükür ediyor, sağırlık onun resim yapmasını engellemiyordu.
Portrait of Doña Isabel de Porcel (1805)
Portrait of the Duke of Wellington (1812–1814)
En kötü dönemleri asıl şimdi başlıyordu talihsiz sanatkarın. 1808 de Napoleon’un İspanya’yı zorla kontrol altına almayı istemesiyle büyük bir savaş çıktı. Binlerce İspanyol’a işkenceler edildi. Goya, bu kargaşadan uzak durmaya çalışsa da psikolojisine büyük oranda nefret ve karamsarlık hakim olmaya başladı. Karamsarlık, aklından kullandığı boyalara dökülmüştü adeta. Goya artık koyu renkler kullanmaya başlamış ve ruhunda oluşan korkuları tablolarına yansıtmıştır. Hayatı boyunca sürekli savaş ve işkencelere şahit oldu. İspanya’nın din adamlarının oluşturduğu Engizisyon Mahkemesinin kafirlere nasıl işkenceler ettiğini gravürlerine yansıtırken aslında bu acılar Francisco Goya’yı oluşturan materyallerdi. Kişinin sadece resmedilmesiyle değil o kişinin iç dünyasıyla da ilgilenmiş olan bu acılı ressam, aslında bizlere şiddetin hiçbir zaman güzel sonuçlar getirmeyeceğini anlatmış oluyor.
Savaşın Felaketleri Serisinden
(1814)
(1808)
Ruhundaki korkular demiştik… Goya’nın iç dünyasını anlamak benim düşünceme göre mümkün değil. Evinin duvarlarına yaptığı eserlere bakacak olursak bunlardan en ünlüsü Çocuklarını yiyen Satürn tablosudur. Bu tabloyla devletin kendi vatandaşlarını yemesini eleştirmiştir. Benim en çok dikkatimi çeken de bu karanlık temada yaptığı eserleri evinin duvarına işlemiş olmasıydı.
Saturn Devouring His Son (1819–1823)
Judith and Holofernes (1819–1823)
Witches' Sabbath
A Pilgrimage to San Isidro
1812 yılında eşini kaybetmesiyle yalnızlığın getirdiği kasveti kabullenmiş ve “Kara Resimler” adıyla bilinen içinde 14 eserini barındıran serisini evinin duvarlarına işlemiştir. Kara Resimler, 1819 - 1823 yılları arasında çizilmiştir. Bu resim tekniğiyle Goya, "Sublime Terrible (Yüce Kötü)" stiline öncülük etmiştir. Yenilikçi bir teknik olduğu için diğer ressamlar tarafından da ilgi çekici olmuştur
.
16 Nisan 1828’de Fransa’da kalbi artık bu hayatın ıstırabına dayanamayarak sanatçıya verdiği nefesi söndürmüştür.
Çorak bir tarlaya kuzgunlar gibi süzülen düşman
yuvalarından oydu gözlerimi.
Ben acıyım!
Ben iniltisiyim
savaşın. 41 karlarında yanmış
şehirlerim ben.
Ben açlığım!
Ben kırılmış boynuyum
çıplak alana çanlar gibi sallanarak asılmış
bir ihtiyar kadının...
Ben Goya'yım!
Ey gazap üzümleri!
Top sesleriyle yürüdüm Batı'ya,
çağrısız konuğun külleriyim ben!
O unutulmaz göğe tabut çivileri gibi
sert yıldızlar çaktım!
Ben Goya'yım!
Andrey Voznesenski (Çeviri: Ülkü Tamer)
(0) Yorum